• Pts. Ara 29th, 2025

CezaHukuku.Org

Ceza Hukukunun İnternet Adresi

10’uncu Yargı Paketi Adalet Komisyonu Görüşmeleri

BySelman Dursun

Haz 10, 2025

Kamuoyunda 10’uncu Yargı Paketi olarak anılan, yürürlük ve yürütme maddeleriyle birlikte toplamda 30 maddeden oluşan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu’nda aynen kabul edilmiştir. Ancak, Genel Kurul’da 10 maddesi çıkarılarak 20 madde halinde 7550 sayılı Kanun olarak kabul edilip yürürlüğe girmiştir.

Ceza hukuku uzmanı olarak katıldığımız Adalet Komisyonu görüşmelerinde, Teklifin birçok maddesi etrafında kapsamlı ve derinlemesine tartışmalar gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte, kişisel olarak ifade ettiğimiz görüşlerimizi yeniden gözden geçirip derlemeyi uygun gördük. Aşağıda, Teklifin kanunlaşan ve teklif metninden çıkarılan maddelerine dair şahsi görüşlerimiz yer almaktadır.

I. Noterlik Kanunu’nun Disiplin Hükümleri

Teklifin ve 7550 sayılı Kanun’un 3. maddesinde öngörülen disiplin cezalarında, en ağır ceza olan meslekten çıkarma hariç diğer cezaları gerektiren fiiller sayıldıktan sonra yer verilen “Nitelik ve ağırlığı itibarıyla yukarıda belirtilen eylemlere benzer eylemlerde bulunmak” ifadesinin Anayasa m. 38’deki kanunilik ilkesine aykırılığı tartışmasıyla ilgili olarak:

DOÇ. DR. SELMAN DURSUN – Teşekkür ederim Hocam. Şimdi, aslında bu konu suçta ve cezada kanunilik ve onun alt ilkesi olan belirlilik ilkesiyle ilgili. Tabii, burada aslında Anayasa m. 38’e aykırılık iddia ediliyor. Anayasa 38’deki suçta ve cezada kanunilik ilkesi acaba sadece bizim maddi ceza hukukunda anladığımız manasıyla suçları mı kapsar, yoksa disiplin suçlarını da içerir mi? Bütün sorun esasen bununla ilgili. Bu konuda Anayasa Mahkemesinin farklı kararları var ve bazen kabahatler ve hatta disiplin suçları bağlamında da bu kanunilik ilkesini değerlendirdiği örnekler var. Fakat aslında şöyle bir yaklaşım esas olmalı: Özellikle 2005 sonrası Türk ceza hukuku reformundan sonra suçlarda çok katı bir kanunilik ilkesi geçerli, yani tüm detayların belirgin bir şekilde kanunda gösterilmesi; kabahatlerde ise çerçeve hükümlerin yeterli görülmesi söz konusu. Kabahatler Kanunu’nun 4’üncü maddesinde bu husus belirtiliyor. Disiplin hukukunda ise daha esnek bir yaklaşım geçerli. Biraz önce de belirtildiği gibi birçok disiplin mevzuatında, örneğin YÖK mevzuatında, Devlet Memurları Kanunu’nda hep bu şekilde kıyasa imkân veren hükümler var. Çünkü disiplini bozan tüm fiilleri ayrıntılı olarak öngörmeniz mümkün değil, açıkça öngörülmese de disiplini bozan fiiller bulunabilir. Bu nedenle kıyas yoluyla benzer fiiller de ilgili cezalar kapsamında değerlendirilebilir. Ancak belirtmek gerekir ki disiplin “cezalarında” kıyas söz konusu değildir. Disiplin cezalarının neler olduğu açıkça düzenlenmelidir ama ceza verilmesini gerektiren fiillerin içeriğini belirleme noktasında daha esnek bir kanunilik geçerli. Bununla birlikte buradaki meslekten çıkarma cezası gibi çok ağır disiplin yaptırımları bakımından kıyasın kabul edilmemesi gerekir. Nitekim buradaki düzenlemede de söz konusu cezayı gerektiren fiiller açısından kıyasa yer verilmemiştir.

II. Kasten Yaralama Suçunun Cezasında Artırım

Teklifin ve 7550 sayılı Kanun’un 8 ila 10. maddelerinde, kasten yaralama (m. 86) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamanın (m. 87) cezalarında artırım ve bunlarla bağlantılı olarak suça teşebbüsteki indirimin azaltılmasıyla ilgili olarak:

DOÇ. DR. SELMAN DURSUN – Cezaların arttırılmasına ilişkin söylenenlere tabii ben de katılıyorum; ama şimdi burada yapılan düzenleme aslında kendi içinde bir dengeyi sağlama amaçlı gözüküyor. Özellikle kadına karşı işlenen tehdit suçuyla bir paralellik kurulmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Tabii, bir yerde değişiklik yaptığınızda tutarlı olma adına diğer ilgili hükümlerde de değişiklik yapmanız lazım. Yani, kasten yaralamadaki bir cezayı değiştiriyorsanız onun temel şeklinde, neticesi sebebiyle ağırlaşmış halinde de onunla paralel düzenleme yapmanız ve kasten öldürmenin teşebbüs aşamasında kalması bağlamında müebbet hapis cezaları yerine verilecek cezaların da bununla tutarlı olması lazım. Ama tabii, bu nedenle teşebbüs halinde verilecek cezayı yüksek tutunca, bu artırım teşebbüs aşamasında kalacak başka suçları da etkileyecektir. Bu yönüyle tartışılabilecek nokta ama genel olarak cezaların yüksekliği yeni Ceza Kanunu’nun temel sorunu kanaatimce; bu, esasen kanunla ilgili genel bir değerlendirme olarak da ifade edilebilir. Açıkçası, cezaevlerinin doluluğunu biraz da yeni Ceza Kanunu’nda ceza miktarlarının artırılmasına ve infazda koşullu salıverilme sürelerinin yükseltilmesine de bağlıyorum. Aslında baktığımızda, eğer infazla ilgili bir reform yapılacaksa sadece cezaevinde infaz edilecek ceza miktarları, yani koşullu salıverilme süreleri değil, ceza miktarlarının da bir bütün olarak gözden geçirilmesi gerektiğini ifade etmek isterim.

Soru: Kadına karşı işlenen suçlar ağırlaştırıcı neden olarak sayılıyor; peki, failin de kadın olması durumunda, yani kadın kadına karşı suç işlediğinde bu ağırlaştırıcı neden yine uygulanıyor mu?

DOÇ. DR. SELMAN DURSUN – Bu, aslında nitelikli hâl düzenlemelerimizle ilgili genel bir sorun; söz konusu nitelikli halin kanuna eklendiği süreçte de bu husus tartışılmıştı. Kadına karşı şiddetle mücadele kapsamında getirilen bu nitelikli hâlin, aslında sadece mağdurun kadın olması değil, sırf kadın olduğu için hedef alınması bağlamında, yani amaç temelli bir nitelikli unsur olarak öngörülmesi gerekiyordu. Ancak anladığım kadarıyla, ispat güçlüğü nedeniyle bu şekilde daha genel bir düzenleme tercih edildi. Bu konuda eleştiriler var, fakat benzer durumlar başka nitelikli hâllerde de görülüyor. Örneğin, Ceza Kanunu’nda çocuğa karşı işlenen suçlarda da benzer bir durum var; çocuk çocuğa karşı işlediğinde de nitelikli hal uygulanabiliyor. Bu durum, bizim genel olarak nitelikli hâl düzenlemelerimizin çok kazuistik ve şekli olmasından kaynaklanıyor. Bence olması gereken hukuk açısından bu şekildeki nitelikli hal düzenlemelerini de gözden geçirmemiz gerekiyor.

III. Genel Güvenliğin Kasten Tehlikeye Sokulması

Teklifin (kanunlaşmayan) 12. maddesinde genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundaki (m. 170) “Silahla ateş eden” ibaresinin, “Ses ve gaz fişeği atabilenler dâhil silahla ateş eden” şeklinde değiştirilmesi ve böylece kurusıkı olarak tabir edilen silahların da kapsama alınması, ayrıca suç için öngörülen hapis cezasının “altı aydan üç yıla kadar” şeklindeyken “bir yıldan beş yıla” şeklinde değiştirilmesi ve daha önemlisi, “Birinci fıkrada tanımlanan suçun kişilerin toplu olarak bulundukları yerlerde işlenmesi halinde verilecek ceza yarısından bir katına kadar artırılır.” biçiminde yeni bir nitelikli hale yer verilmesi, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun mevcut düzenleme açısından kurusıkı silahları 170’inci madde kapsamında saymamasıyla ile ilgili olarak:

DOÇ. DR. SELMAN DURSUN – Bu konu, sizin de belirttiğiniz Yargıtay kararı bağlamında Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girdiği ilk zamanlarda çok tartışılmıştı; çünkü 170’inci maddede “silahla ateş eden” ibaresi kullanıldığı için kurusıkı silahlar özelinde ciddi tereddütler yaşandı. O dönemde “Kurusıkı bu kapsamda mıdır? Kurusıkı silahla ateş etme 170’inci maddedeki ‘ateş etme’ tabirine girer mi?” şeklinde tartışmalar oldu. Yargıtay ise buradaki “ateş etme” ifadesinin yalnızca ateşli silahları, yani 6136 sayılı Kanun kapsamındaki silahları kapsadığı şeklinde dar bir yorum yaptı. Ancak aynı kararda, kurusıkı silahların da başkalarının yaşamı veya mal varlığı açısından tehlike yaratmaya elverişli olabileceği belirtiliyor. Buna rağmen ateş etme kelimesinden hareketle, sınırlayıcı bir yorum yaptı. Anlaşıldığı kadarıyla, şimdi yapılan düzenlemeyle bu kapsam genişletiliyor. Aslında aynı etkiyi doğurabilen kurusıkı silahların da kapsama alınmak istendiği görülüyor. Ancak bu genişletmenin gerçekten gerekli olup olmadığı sorusu ayrı bir değerlendirme konusu; anladığım kadarıyla bu konuda bazı istatistikler mevcut.

Soru: Kurusıkı silahla ateş etme halinde bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilmesi ve yeni nitelikli hal olarak fiilin kişilerin “toplu” olarak bulunduğu yerlerde işlenmesi halinde cezanın yarısından bir katına çıkarılması ve böylece on yıl hapis cezası verilebilecek olması ve toplu ibaresinin belirsizliğiyle ilgili olarak: 

DOÇ. DR. SELMAN DURSUN – Kurusıkı silah kullanımındaki artış sebebiyle bu fiilin kapsama dâhil edildiği anlaşılıyor. Ceza oranı konusundaki eleştirinizde ilk planda haklısınız zira bir yıldan beş yıla kadar olan ceza, yarısından bir katına kadar artırılır denildiğinde ve üst sınırdan uygulandığında ceza on yıla kadar çıkabiliyor. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken bir husus var: Bu fıkra sadece kurusıkı silahla ilgili değil; aynı zamanda yangın çıkarma, bina çökmesine neden olma, sele yol açma gibi diğer ağır fiilleri de kapsıyor. Dolayısıyla düzenleme, hâkimin takdirine geniş bir alan bırakıyor. Siz, en kötü senaryoyu esas alarak değerlendiriyorsunuz; ancak her fiilin kendi içinde ayrı değerlendirilmesi gerekir.

Evet, doğru; sadece kurusıkı silahla ateş eden birine on yıl ceza verilmemeli. Ama burada hâkim, olayın ağırlığına, meydana gelen etkiye göre bir ila beş yıl arasında bir temel ceza belirleyip artırımı ona göre yapacaktır. Yangın çıkarma gibi fiillerde de bunun başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından oluşturduğu tehlike ya da meydana getirdiği korku veya panik etkisi temel alınarak ceza belirlenecek.

Ayrıca “kişilerin toplu olarak bulunduğu yer” ibaresiyle getirilen yeni düzenleme bağlamında “toplu” ifadesinin ne anlama geldiğinin belirsizliğine dair eleştiriye gelince, bu eleştiri de ilk planda haklı olabilir. Gerçekten de toplu denilince 3 kişiyi mi, 5 kişiyi mi, 10 kişiyi mi yoksa daha fazlasını mı esas alacağız? Ancak “toplu” ibaresi Ceza Kanunu’nun başka hükümlerinde de geçiyor. Buna ilişkin yerleşik içtihatlar burada da dikkate alınabilecektir. Eğer bu ifade sorunlu olarak görülüyorsa ilgili hükümlerde de sorun var demektir.

Öte yandan, bu nitelikli halin (Teklifin 15. maddesi uyarınca) seri muhakeme kapsamından çıkarılmasının gerekçesinin de burada cezanın artırılmış olması olduğu anlaşılıyor. Biliyorsunuz, seri muhakeme usulünde sadece sürecin hızlanması değil, aynı zamanda cezada yarı oranında indirim uygulanması söz konusu. Bu nedenle bir yandan cezayı artırıp sonrasında bu indirimden faydalandırmak anlamsız görülmüş olmalı.

IV. Ulaşım Araçlarının Kaçırılması veya Alıkonulması

Teklifin (kanunlaşmayan) 14. maddesinde ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması suçunda (m. 223), madde metninde yer alan ancak madde başlığında bulunmayan “ulaşım araçlarının hareketinin engellenmesi” ibaresinin başlığa da eklenmesi ve daha önemlisi maddedeki ilk seçimlik hareket olan “cebir veya tehdit kullanarak” ibaresinin madde metninden çıkarılarak yalnızca “hukuka aykırı bir davranışla” ifadesinin muhafaza edilmesi böylece cebir veya tehdit kullanımında -diğer suçlarla birlikte- ayrıca ceza verilmesinin öngörülmesi ile ilgili olarak:

DOÇ. DR. SELMAN DURSUN – Bu düzenleme, kanaatimce en çok yanlış anlaşılan düzenlemelerden biri. Aslında teklifte öngörülen tek değişiklik, cebir veya tehdit kullanılmasının seçimlik hareketler arasından çıkarılmasıdır; bunun dışında esaslı bir yenilik ya da ek bir suç fiili getirilmiyor. Engelleme davranışı zaten mevcut metinde var, başlıkta unutulmuş, başlığa ekleniyor sadece, yeni bir hareket ihdası söz konusu değil. Mevcut hâlinde zaten suçun “cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla” işlenmesi şeklinde iki alternatif davranış tipi öngörülmüş. Şimdi, tabii, cebir ve tehdit çıkarıldığında, bunun sonucu olarak cebir veya tehdit dolayısıyla ayrıca ceza verilmesi, bu anlamda suçun cezasının artması söz konusu olacaktır.

“Hukuka aykırı davranış ne demektir? Belirli midir?” meselesi. Öncelikle bu ifade başka suçlarda da var, bu suça özgü bir sorun değil. Şimdi, burada kanun koyucu belirli bir neticeyi, yani bir aracın hareket etmesinin engellenmesini esas almış, bu engelleme neticesi o kadar çeşitli hareketlerle gerçekleştirilebilir ki bunların tamamını kanunda tahdidi bir şekilde saymanız mümkün değil. Bu nedenle “hukuka aykırı bir davranış” gibi genel bir ifade kullanılmış.  

Elbette toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının meşru kullanımı çerçevesinde gerçekleştirilen fiiller hukuka aykırı bir davranış olarak değerlendirilmeyecektir. Ancak uygulamada bu sınırların biraz muğlak olması sebebiyle zaman zaman bazı tartışmalara yol açtığını da söylemek lazım. Eğer engellemeyi de toplantı ve gösteri hakkı ya da protesto veya eleştiri hakkı kapsamında kalan bir davranış olarak hukuka uygun kabul ediyorsanız bu durumda hukuka aykırı davranış unsuru gerçekleşmemiştir diyebilirsiniz.

V. Denetimli Serbestlik Tedbiri Uygulanarak Cezanın İnfazı

Teklifin 18. ve 7550 sayılı Kanun’un 13. maddesiyle, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 105/A maddesi uyarınca, diğer şartlarla birlikte koşullu salıverilmelerine bir yıl veya daha az süre kalan hükümlülerin koşullu salıverilme tarihine kadar denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı usulünün, örneğin 2 yıl hapis cezası almış bir kişinin ilgili işlemlerin yapılması dışında cezaevine girmemesi şeklindeki sonucundan kaynaklı “cezasızlık algısını” gidermek üzere beş günden az olmamak kaydıyla cezanın onda birinin infazı şartının öngörülmesi suretiyle değiştirilmesiyle ilgili olarak:  

DOÇ. DR. SELMAN DURSUN – Sayın Hocam, teklifin yanlış anlaşılan önemli hükümlerinden ikincisi bu maddedir. Bu düzenleme önerisi, ceza hukuku alanında bazı meslektaşlarımız arasında da farklı değerlendirmelere neden oldu. Bu hükmün sanki ilk defa suç işleyen, tesadüfi suçlu konumundaki kişilerin ya da ilk kez kısa süreli hapis cezası alanların da erteleme ve diğer alternatiflerden yararlanmadan mutlaka beş gün ya da cezanın onda biri oranında cezaevinde kalmalarını zorunlu kıldığı şeklinde değerlendirildiğini gördük. Oysa burada getirilen düzenleme, zaten cezaevine girmesi gereken kişiler açısından, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı adı altında, esasen koşullu salıverilme süresini öne alan, bize özgü bir usulün oluşturduğu cezasızlık durumunun bir nebze giderilmesine yöneliktir.

Önceki konuşmamda da değinmiştim, 2005’te yürürlüğe giren İnfaz Kanunu, koşullu salıverilme için cezaevinde geçirilmesi gereken süreyi eski kanuna nazaran artırdı. Kabaca söylüyorum, önceki kanunda 1/2 olan infaz süresi, 2/3’e, bazı hallerde 3/4’e, hatta ikinci tekerrürde 4/4’e çıkarıldı. Cezaların yüksekliği gibi başka sebeplerle birlikte bu durum, zamanla cezaevlerinde doluluğa yol açınca “koşullu salıverilmelerine bir yıl veya daha az süre kalanlar açısından denetimli serbestlik tedbiri altında infaz” diye koşullu salıverilme süresini aslında fiilen eski oranlara çeken bir sistem ortaya çıktı.

Kanaatimce, yaptırım ve infaz sistemi gözden geçirilerek 105/A maddesinin tamamen kaldırılması gerekir.  Çünkü bir kişi örneğin, iki yıl hapis cezasına mahkûm olmuşsa koşullu salıverilmeye dair temel kuralı esas aldığımızda en az bir yılını cezaevinde geçirmesi gerekir. Ancak halen 105/A hükmü uyarınca bu bir yılın da denetimli serbestlik tedbiri kapsamında dışarıda infazı söz konusu olunca sonuç olarak iki yıllık hapis cezasının cezaevinde hiç infaz edilmemesi gibi bir durum ortaya çıkıyor. Dolayısıyla 105/A’daki bir yıllık süre muhafaza edilse de beş günden az olmamak üzere cezanın onda birinin cezaevinde geçirilmesini sağladığı için teklifteki düzenlemeyi şahsen isabetli buluyorum.

VI. İnternette İçeriğin Çıkarılması ve/veya Erişimin Engellenmesi

Teklifin (kanunlaşmayan) 23, 24 ve 25’inci maddelerinde, 5651 sayılı Kanun’un 8 ve 9’uncu maddeleri hakkındaki Anayasa Mahkemesi’nin 11.10.2023 tarihli, 2020/76 Esas ve 2023/172 Karar sayılı iptal kararının gereklerini karşılamak üzere yapılan düzenlemelere ilişkin olarak:

DOÇ. DR. SELMAN DURSUN – Şimdi, tabii, bu maddelere ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin oldukça kapsamlı bir kararı var ve yapılan düzenlemeler de bu doğrultuda gerçekleştiriliyor. Anayasa Mahkemesi’nin, 8’inci madde kapsamında (BTK) Başkanının uyguladığı idari tedbirlerle ilgili tespitleri ile 9’uncu maddeye ilişkin değerlendirmeleri kısmen farklılık gösteriyor ancak ortaklaştığı noktalar da bulunuyor. Özellikle, herhangi bir kademelendirme olmaksızın, içeriğin yayından çıkarılmasına dair idari tedbirin nihai bir tedbir olarak uygulanmasına yönelik eleştirisi var.

Yeni düzenleme ile birlikte, içeriğin yayından tamamen çıkarılması yerine, sadece internet ortamındaki görünürlüğünün sona erdirilmesi; ancak sunucularda tutulmaya devam edilmesi yönünde bir yaklaşım benimsenerek bu tedbirin nihai değil geçici bir idari tedbir haline dönüştürülmesi, Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki eleştirilerini kısmen karşılıyor.

Ancak Mahkeme’nin 8’inci maddeye ilişkin en önemli eleştirisi, Başkanlığın yargılamayla bağlantılı olmaksızın suçla ilgili doğrudan bir tespit yapıyor olması. Zira burada bazı katalog suçlar belirlenmiş olsa da bir fiilin suç teşkil edip etmediği ancak masumiyet karinesi çerçevesinde, yargılama sonucunda ortaya çıkar. Buna rağmen, Başkanlığın yargılama sürecinden tamamen bağımsız olarak idari bir tedbir uygulayabiliyor olması Mahkeme tarafından eleştiriliyor.

Maddenin geçmişine baktığımızda, önceki düzenlemede idari tedbir yetkisi, yalnızca yurt dışındaki sunucularla sınırlıydı veya yurt içindeki bazı suçlar da bu kapsamda değerlendiriliyordu. Ancak Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi de farklı gerekçelerle iptal etti.

Burada ayrıca, 9’uncu maddeyle ilgili olarak Mahkeme kararında geçen “ilk bakışta ihlal doktrinine” de değinmek gerekir. Anayasa Mahkemesi kararında, bir içeriğin hukuka aykırılığı ilk bakışta anlaşılabiliyorsa, hem idari hem de adli makamlarca hızlı müdahalede bulunulabileceği ifade ediliyor. Bu çerçevede, Başkanlığın uygulamaları açısından da, katalog suçlardan birinin işlendiğinin ilk bakışta anlaşılabiliyor olması şartının getirilmesi, Mahkeme kararındaki eleştirileri kısmen karşılayabilir. Zira bazı hallerde katalogdaki suçlar da sınırda, ayrıntılı ve yargısal değerlendirme gerektiren olaylar olabilir. Örneğin, bir ifadenin intihara yönlendirme olup olmadığı veya sağlık için tehlikeli madde temininde maddenin bu niteliği taşıyıp taşımadığı tartışma konusu teşkil edebilir. 

Teklifteki düzenlemeye göre 9’uncu madde kapsamında sulh ceza hâkimliği, içeriğin çıkarılması ya da erişimin engellenmesi kararını, ilk bakışta ihlal tespit edilebiliyorsa verebiliyor. Ancak bu tespit yapılamıyorsa, yani daha ayrıntılı bir incelemeyi gerektiriyorsa, bu durumda Medeni Kanun çerçevesinde kişilik haklarına müdahalenin önlenmesi yoluna başvurulması gerekiyor.

Anayasa Mahkemesi’nin bir diğer önemli eleştirisi ise sulh ceza hâkimliklerinin çelişmeli bir yargılama olmaksızın hızlıca karar verilmesi ihtiyacını ortaya koymadan, genel ifadelerle karar vermeleri hakkında. Yani, bir içeriğin kişilik haklarını ihlal edip etmediği hususunda gerçek bir değerlendirme ve tartışma yapılması gerektiğini vurguluyor. Teklifteki düzenleme incelendiğinde, kararın verilmesi aşamasında böyle bir tartışma aranmıyor; ancak itiraz sürecinde, kararına itiraz edilen hâkim veya yetkili merciin tarafları dinleyebileceği öngörülüyor. Bu yönüyle de Anayasa Mahkemesi’nin eleştirileri kısmen karşılanmış sayılabilir.

Nihayet bir öneri olarak burada içeriğin doğrudan çıkarılması veya erişimin engellenmesi yerine, önceki düzenlemede olduğu gibi belki bir uyarı mekanizmasının işletilmesi ve bu şekilde ilave bir kademelendirme getirilmesi, daha isabetli bir yaklaşım olabilir.

<< Gerekçeli 7550 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun >>

By Selman Dursun

Doç. Dr. Selman DURSUN, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden dereceyle mezun olduktan sonra aynı üniversiteye bağlı Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı'nda ceza hukuku alanında yüksek lisans ve doktora öğrenimini tamamlamıştır. Almanya'da Max-Planck Ceza Hukuku Enstitüsü ve Giessen Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde misafir araştırmacı olarak bulunmuştur.  İngilizce ve Almanca bilmektedir.