Alman ceza hukukunda suça teşebbüs, temelde sübjektif bir esasa (baskın görüşe göre objektif ölçütler de içeren karma teoriye) dayanmakta olup teşebbüs için suç işleme kararı (kast ve diğer manevi unsurlar) ile doğrudan doğruya icraya başlama şeklinde başlıca iki şart aranmaktadır (Alm. CK § 22). Türk ceza hukukunda olduğu gibi icra hareketlerinin suçu meydana getirmeye “elverişli” olması (keza suçun failin elinde olmayan nedenlerle tamamlanamaması) şart değildir (TCK m. 35/1). Başka bir deyişle Alman hukukunda “elverişsiz teşebbüs” de cezalandırılmaktadır. Yine sübjektif teorinin bir yansıması (ve Türk hukukundan farklı) olarak teşebbüs halinde suçun cezasında indirim zorunlu olmayıp takdiridir (Alm. CK § 23/2, krş. TCK m. 35/2).
Burada Alman hukukunda teşebbüs açısından öne çıkan sübjektif anlayışın toplumsal, daha doğrusu dini bir temelinin olduğuna dair alıntıya yer vermek istiyoruz. “Hukuk Sistemlerinin Toplumsal Temelleri İçinde Gelişimi” (Die Entwicklung von Rechtsystemen in ihrer gesellschaftlichen Verankerung) adını taşıyan bir proje çerçevesinde Türk ve Alman ceza hukuku sistemlerinin mukayese edildiği tebliğlerin yer aldığı kitapta Prof. Dr. Walter Gropp, ceza hukukunda taksir kavramını ele aldığı çalışmasının sonuç kısmında ilginç tespitlere yer vermiştir. Yazar, taksir ve kast ayırımını her iki hukuk sistemi açısından karşılaştırdıktan sonra Türk hukuku açısından “bilme”, Alman hukuku bakımından ise “isteme” unsurunun belirleyici bir rol oynadığına dikkat çekmiş ve konuyu teşebbüste kabul edilen anlayışa bağlayarak şu açıklamalarda bulunmuştur:
“Türk ceza hukukunda bilmeye dayanılması, aynı zamanda haksızlığın bir “gerçeklik yönelimiyle” (Wirklichkeitsorientierung) de bağlantılıdır. Bilme, gerçeklikle ilişkilidir. Bu gerçeklik ilişkisi, Türk teşebbüs öğretisinde, tehlikeli olmayan teşebbüsün (ungefährliche Versuch) cezasızlığında da kendisini gösterir zira burada failin kötü iradesi (böse Wille) gerçeklikte hiçbir şekilde etki göstermemektedir.
Buna karşılık Alman ceza hukukunda irade, başat bir rol oynamaktadır. Esasen kötü irade zaten bir fiildir. Bunu, Hz. İsa’nın, Matta İncilinde anlatılan dağ vaazlarından biliyoruz (Bölüm 5, ayet 21, 22, 27, 28):
Öldürme hakkında
21 Eskilere, ‘öldürmeyeceksin’ dendiğini duydunuz; fakat her kim öldürürse mahkemede suçlu olacaktır.
22 Ama ben size diyorum ki: Her kim kardeşine öfkelenirse mahkemede suçludur; her kim kardeşine: Sen işe yaramaz birisin! derse Yüksek Kurulda suçludur; fakat her kim: Sen ahmak birisin! derse, cehennem ateşini hak edecektir.
Zina yapma hakkında
27 ‘Zina etmeyeceksin’ dendiğini duydunuz.
28 Ama ben size diyorum ki: Her kim bir kadına onu arzulayarak bakarsa çoktan kalbinde onunla zina etmiş olur.
Böylece Alman ceza hukuku kendi yapısı içinde, genelde sanıldığından daha fazla Hristiyanidir (christlich). Bu nedenle Alman ceza hukukunun sübjektif teşebbüs teorisini tercih etmesi şaşırtıcı değildir. Ne var ki kötü irade, kural olarak bilinemez olduğu için cezalandırılabilir değildir. Fakat irade, bir harekette, failin kendi tasavvuruna göre doğrudan doğruya fiili icraya başlamasıyla birlikte kendisini dışa vurduğunda bilinebilir. Tersine onun yokluğu, şartlar kötü iradenin bulunmadığı iddiasını çürütmediği sürece kastı engeller.”
(Walter Gropp, “Der Begriff der Fahrlässigkeit im Strafrecht”, in: Die Entwicklung von Rechtssystemen in ihrer gesellschaftlichen Verankerung, Nomos, Baden-Baden, 2014, s. 338-339).