Öztekin Tosun, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt 22, Sayı 1-4, 1957, 124 – 149.
Etüdümüzü beş kısma ayırmış bulunuyoruz. Birinci kısım müselsel suçun tarifine ve mahiyetinin izahına ayrılmış bulunmakla beraber çok kısadır. İkinci kısım meselenin tarihçesine hasredilmiştir; Roma’da, Orta Çağ Avrupası’nda, İslâm hukukunda meseleye temas eden bazı hükümler üzerinde kısaca durulmuştur. Mukayeseli Hukuka müteallik üçüncü kısım muhtelif muasır devlet kanunlarının teselsül mevzuundaki davranışlarını, gene kısa olmak şartıyla, akse ayrılmış bulunmaktadır. Dördüncü kısım müselsel suçun hukukî mahiyetini izah eden nazariyelere hasredilmiş, farazîlik, hakikilik, hukukî birlik nazariyeleri izah edilmiştir. Bütün bu izahlar bilhassa beşinci ve en son kısmı tetkik edebilmek için yapılmış hazırlıktan ibarettir. Bu beşinci kısımda teselsül bakımından Türk ceza hukukundaki durum ele alınmış, gerek kanunumuza göre şartlar, gerekse teselsüle terettüp eden hükümler üzerinde durulmuştur. İzah etmemiş bulunduğumuz bazı meselelerin de mevcudiyetine kani olmakla beraber, bunların verilen umumî esaslar sayesinde daha kolaylıkla hal yoluna bağlanabileceği kanaatindeyiz. Bu sebepten dolayı etüdümüzü bitirirken bir «Netice» kısmı açarak kısaca vasıl olduğumuz esasları hatırlatmayı muvafık buluyoruz.
Netice:
Yaptığımız bu tetkikat neticesinde, teselsül mefhumunun sanığın lehine olarak kabul edilmiş bir müessese olduğu kanaatine varmış bulunuyoruz. Hatta kanunlarında bu mefhuma yer vermemiş bulunan birçok devlet mevzuatında bile gerek içtihat, gerekse ilim yolu ile ayni neticelere varılmış olduğunu müşahede ettik. Bu durumda, kanunda meselâ müruruzamanın başlangıcında olduğu gibi, ayrıca sarahat bulunmayan yerlerde teselsül mefhumunu sanık aleyhine kullanmamak gerektiği fikrindeyiz. Kanaatimizce, daima içtima halinde verilecek cezanın sanık aleyhine olduğu fikrinden hareket ederek, teselsül mefhumuna dayanarak ceza vermek gerektiği zaman hiç olmazsa sanığın durumunun hakikî içtima kaidelerinin tatbik edilmesi halindeki durumundan daha ağır olmaması mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim bu mefhumun son derece inkişaf ettirildiği, gayet derin tetkiklere tâbi tutulduğu İtalya’da, bilhassa son kanun tatbikatı esnasında İtalyan Yüksek Mahkemesinin sözü geçen esaslara riayet ettiğini görmüş bulunmaktayız. Kanunumuzun teselsüle ait hükümleri esas itibariyle Yeni İtalyan Kanunundan pek fazla ayrılmamış bulunduğu için ekseri hallerde İtalyan Temyiz Mahkemesinin hareket tarzının bizim kanun bakımından da istifade edilebilecek bir durum arz ettiği kanaatindeyiz. Tabiatiyle bu demek değildir ki, İtalyan Temyizinin her görüşüne iştirak etmemiz şarttır; nitekim bazı hususlarda biz ayrı kanaatte olduğumuzu belirttik. Okuyucu ise, bu ihtilaflı hususlarda daha doğru bulduğu kanaate iştirakte, hatta hiç birine iştirak etmemekte serbesttir.